ÖZET
Bu çalışma, Trabzon Barosu’nun 1923 olarak bilinen kuruluş tarihinin, arşiv belgeleri ve döneme ait birincil kaynaklar ışığında aslında 1912 olarak kabul edilmesi gerektiği tezini ortaya koymaktadır. İnceleme; 1875 tarihli Mehâkim-i Nizâmiye Dava Vekilleri Hakkında Nizamnâme, Trabzon’da Meşveret gazetesi ile Envar-ı Vicdan dergisinde yayımlanan kuruluş ilanları, Karadeniz gazetesinde yayımlanan haber, Kitapçı Arakel Efendi’nin döneme ilişkin istatistikleri ve çeşitli akademik çalışmalar esas alınarak hazırlanmıştır.
1912 tarihli arşiv kayıtları, Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti’nin, Reis-i Evvel (Birinci Başkan) Midhat Efendi başkanlığında kurulduğunu ve faaliyete geçtiğini belgelemektedir. Bu gelişme, Osmanlı taşrasında meslekî örgütlenmenin erken örneklerinden birini oluşturmakta ve Trabzon Barosu’nun kökeninin bu tarihe dayandırılmasını tarihsel gerçeklik açısından zorunlu kılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Trabzon Barosu; Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti, Osmanlı Hukuk Tarihi; Avukatlık Mesleği, Mehâkim-i Nizâmiye Dava Vekilleri Nizamnâmesi; Osmanlı’da Baro Kurumu; Arakel Efendi; Tanzimat Dönemi Hukuk Reformları; Osmanlı Taşrasında Hukuk Modernleşmesi; Avukatlık Kurumsallaşması; Trabzon Hukuk Tarihi; Cumhuriyet Öncesi Meslek Örgütlenmeleri.
Trabzon Barosu'nun kurumsal kökenini anlamlandırmak için, Osmanlı hukuk sisteminde avukatlık mesleğinin ve baro kurumunun tarihsel evrimini incelemek gerekmektedir. Zira bu mesleğin ve örgütlü yapısının ortaya çıkışı, yalnızca Cumhuriyet dönemi reformlarının değil, aynı zamanda Tanzimat'tan itibaren süregelen uzun bir modernleşme sürecinin ürünüdür.
Bu makalede, Trabzon Barosu’nun kuruluş tarihine ilişkin mevcut yaklaşım; arşiv belgeleri, dönem basını ve birincil kaynaklar ışığında yeniden ele alınmakta ve bilimsel ölçütlerle değerlendirilmektedir. Çalışmanın temel amacı, Trabzon Barosu'nun kuruluşunun 1923 değil, 1912 yılına dayandığı tezini, tarihsel süreklilik ve kurumsal miras ilkesi çerçevesinde ortaya koymaktır.
Avukatlık, insanlık tarihinin en eski mesleklerinden biridir. Tüm toplumlarda hukukun ve yargı sistemlerinin gelişimiyle doğrudan bağlantılıdır. Mesleğin kökeni Antik Yunan ve Roma dönemlerine kadar uzanır. Baroların oluşumu ise çoğunlukla 17. ve 18. yüzyıllarda gerçekleşmiştir. Bu dönemde barolar, üyeleri arasında mesleki dayanışmayı ve meslek onurunu korumak amacıyla kurulan yerel örgütler olarak ortaya çıkmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda avukatlık mesleğinin modern anlamda ortaya çıkışı, 19. yüzyılın ortalarına özellikle de Tanzimat Dönemi’ne (1839–1876) rastlamaktadır. Bununla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik döneminde, bugünkü manasıyla olmasa bile, dava vekâleti uygulaması mahkemelerde sıkça görülmüştür.
Mehâkim-i Nizâmiye Dava Vekilleri Hakkında Nizamnâme’nin kabulüne kadar dava vekâletine ilişkin uygulamanın ne şekilde yürütüldüğünü ve Tanzimat Dönemi’nde bu alandaki gelişmeleri ana hatlarıyla ortaya koymakta fayda vardır.
Bu döneme kadar Osmanlı hukuk sistemi büyük ölçüde şer‘î mahkemelere dayanıyordu. Bu mahkemelerde taraflar davalarını bizzat takip edebildikleri gibi, kendilerini bir vekil aracılığıyla da temsil ettirebiliyorlardı. Bu vekillere “vekîl-i dava” veya “müvekkil namına muhakemede bulunan kişi” denilirdi. Vekâlet ilişkisi ya yazılı belgeyle ya da mahkeme huzurunda tanıklarla ispat edilirdi. Dolayısıyla klasik dönemde bugünkü anlamda bağımsız bir avukatlık mesleği mevcut değildi; ancak “dava vekilliği” kurumu, bu işlevin tarihsel temelini oluşturuyordu.[1]
Tanzimat reformlarıyla birlikte hukuk alanında köklü değişimler yaşandı. Yeni kurulan Mehâkim-i Nizâmiye (düzenli mahkemeler), Batı hukukundan esinlenmiş olup bu mahkemelerde temsil artık modern avukatlık biçiminde düzenlenmiştir. Avrupa’dan ithal edilen medeni ve ceza kanunlarının uygulanmaya başlanmasıyla birlikte avukatlık mesleği kurumsal bir nitelik kazanmış; avukatlar, hukukun laikleşmesinin ve Batı tipi yargının sembolü hâline gelmiştir.[2]
Tanzimat Dönemi’nde, 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ve 1856 tarihli Islahat Fermanı sonrasında savunma mesleğinde önemli yenilikler yapıldığı görülmektedir. Bu süreçte yeni kanunlar hazırlanmış, yeni yargı makamları oluşturulmuştur. Tanzimat reformlarıyla birlikte, Nizâmiye Mahkemeleri kurulmuştur.
Bu düzenleme, yerel hukuk ile Batı hukukunun bir sentezini oluşturmuştur. 1879’daki reformlarla birlikte, usul hukuku yargı sisteminin temel belirleyicisi hâline gelmiştir. Artık her davada yüzlerce usul kuralı uygulanmakta; dava dilekçesinden kararın infazına kadar her adım belirli kurallara bağlanmaktaydı. Bu gelişme, hukukî biçimcilik olarak adlandırılabilecek yeni bir yargı kültürünün doğmasına yol açmıştır.
Böylece, hukuk bilgisi olmayan kişiler için yargı süreci giderek anlaşılmaz hâle gelmiş ve profesyonel hukuki temsil zorunlu hale gelmiştir.
Dönemin hukukçularından Ali Şehbaz Efendi, 1890’larda yayımladığı Usûl-i Muhakeme-i Hukukiye adlı eserinde bu dönüşümü şu ifadeyle özetler:
“Eskiden ictihad hâkimdi; artık her şey kanun maddesiyle hükme bağlanmıştır."[3]
Önceki dönemde dava vekili (“vekil”) herhangi bir kişi olabilmekteydi; mahkemede birini temsil etmek için yalnızca bir vekâletname yeterliydi. Bu kişiler çoğunlukla okuryazar, dilekçe yazan arzuhalcilerden oluşuyordu. Ancak Nizâmiye düzeniyle birlikte lisanslı dava vekilleri ortaya çıkmıştır.
Tanzimat Döneminden itibaren, artık mahkemelerde vekillik yapacak kişilerin belirli niteliklere sahip olması şart koşulmuştur. Bununla birlikte hukuk eğitiminin modernleşmesi, dava vekilliği mesleğinin kurumsallaşma sürecini önemli ölçüde hızlandırmıştır. Bu dönüşüm, yalnızca Batı’dan alınan yasaların bir tercümesi veya aktarımı değil, aynı zamanda Osmanlı’nın kendi iç dinamikleriyle şekillenen özgün bir modernleşme deneyiminin de ürünüdür. Bu dönemde yürürlüğe konulan düzenlemelerde yer alan avukatın hak ve yükümlülükleri, vekâlet ücreti, cezai, hukuki ve disiplin sorumluluğuna ilişkin hükümler, modern avukatlık anlayışının temellerini oluşturmuştur.[4] Bu çerçevede, söz konusu Nizamnâme yalnızca dava vekilliği mesleğinin icra koşullarını standartlaştırmakla kalmamış; aynı zamanda mesleğin iç örgütlenmesi, meslek mensuplarının disiplin denetimi ve idari iletişimi bakımından da kurumsal bir çerçeve oluşturmuştur.
Savunma hakkı, Tanzimat Döneminde anayasal düzeyde güvence altına alınmıştır. 1876 tarihli Kanûn-ı Esâsî’nin 83. maddesinde yer alan “Herkes huzur-u mahkemede hukukunu muhafaza için lüzum gördüğü vesâit-i meşruayı istimâl edebilir.” hükmü ile savunma hakkı ilk kez açık bir anayasal norm olarak Türk hukuk düzenine girmiştir.
Avukatlık mesleğinin kurumsallaşmaya başlaması, Osmanlı Devleti’nde avukatlık mesleğini resmî anlamda kuran ve bu meslek erbabını düzenleme altına alan 17 Kasım 1875 tarihli Mehâkim-i Nizâmiye Dava Vekilleri Hakkında Nizamnâme ile gerçekleşmiştir.[5]
Bazı kaynaklarda Dersaadet Dava Vekilleri Cemiyeti Nizamnamesi olarak da anılan[6] bu Nizamname ile dava vekilliğine ilişkin klasik İslam anlayışından uzaklaşılarak modern avukatlığa doğru niteliksel bir sıçrama yapılmıştır. Bu nizamname, avukatlık mesleğini ilk kez devletçe tanımlayan ve düzenleyen belgedir. Nizamnameyle birlikte, artık herkesin, dava vekâleti mesleğini yapması engellenirken dava vekilliği, belirli kuralları olan özel bir meslek haline gelir. Nizami mahkemelerde dava vekilliği yapabilmek için bizzat dava açmak istemeyenlerin akrabasından ve ortaklarından atayacakları vekiller hariç olmak üzere, Adliye Nezaretinden ruhsatname almak zorunlu kılınmıştır.
Nizamnâme’nin en dikkat çekici yönlerinden biri, meslekî örgütlenme fikrine yer vermesidir. Buna göre dava vekillerinin meslekî işlerini takip etmek, disiplin işlerini yürütmek ve Ahkâm-ı Adliye Nezareti’nden gelen resmî bildirimlerin iletilmesini sağlamak üzere bir cemiyet (baro) teşkilatının kurulması öngörülmüştür. Cemiyetin yapısı, görevleri ve işleyişine ilişkin esaslar da nizamnâme metninde ayrıntılı biçimde düzenlenmiştir. Bu düzenleme nedeni ile baro, Batı'daki benzerlerinden farklı olarak bir "yarı resmî kurum" niteliği taşımaktaydı.
İstanbul'daki dava vekilleri için düzenlenmiş olan bu Nizamnamenin uygulaması çok faydalı bulunduğundan, taşraya da teşmil edilmesine karar verilmiştir. 1875 tarihli Nizamname, ilk olarak İstanbul’daki mahkemeler için kabul edilmiş; dava vekaleti mesleğinin ülkenin tamamına yaygınlaşması, 27 Haziran 1879 tarihli “Dava Vekâleti Nizamının Vilayatta Dahi İcrasına Dair Tahrirat-ı Umumiye” ile gerçekleşmiştir.[7]
Nitekim, Mehâkim-i Nizâmiye Dava Vekilleri Hakkında Nizamnâme'nin dördüncü bölümünde yer alan "dava vekilleri cemiyeti" kurulmasına dair hüküm uyarınca "İstanbul Barosu" kurulmuştur.[8] Osmanlı’nın ilk millî barosu olan İstanbul (Dava Vekilleri) Barosu, söz konusu Nizamnâme’nin yürürlüğe girmesini takiben 5 Nisan 1878 tarihinde yapılan ilk genel kurul toplantısıyla fiilen faaliyete geçmiş; ilk başkan ve yönetim kurulu seçilerek ilk avukat levhası oluşturulmuştur.[9] Bu tarih, İstanbul Barosu'nun kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir.
Başlangıçta yalnızca İstanbul ile sınırlı kalan uygulama, 27 Haziran 1879 tarihli Adliye Nezareti yazısı ile "vilayetlere, müstakil idare olunan mutasarrıflıklara ve Nizâmiye mahkemeleri reisliklerine" teşmil edilerek taşrada da uygulanmaya başlamıştır.[10] Böylelikle vilayet merkezlerinde, nizamnamenin öngördüğü esaslara dayanan baro benzeri meslekî cemiyetlerin kurulmasının hukuki zemini hazırlanmış; meslek, merkez-taşra ekseninde yeknesak bir normatif çerçeveye kavuşturulmuştur.
Bu düzenlemeler, yalnızca meslek içi denetim ve dayanışmayı değil; aynı zamanda adliye teşkilatıyla yürütülen koordinasyon süreçlerini de kurumsal bir yapıya kavuşturmuştur. Nizamnamenin "dava vekillerinin umur ve hususatına bakmak ve Nezaret-i Ahkâm-ı Adliye tarafından icra olunacak tebligat-ı resmiyeye vasıta ittihaz kılınmak üzere bir cemiyet-i daime tesis olunacaktır" meâlindeki hükmü, baro kurumunun kamu gücüyle kurduğu işlevsel ilişkiye işaret eder. Bu yönüyle 1875 Nizamnâmesi, Osmanlı'da modern avukatlık ve baro kurumunun normatif mimarisini kuran kurucu metin niteliğindedir.
1875 Nizamnâmesi'nin sağladığı hukuki zemin sayesinde taşrada baro benzeri meslekî yapılanmalar hız kazanmıştır. Bu bölüm, taşradaki ilk baroların kronolojik gelişimini, vilayet ölçeğindeki örnekleri ve II. Meşrutiyet Dönemi’nde mesleğin terminolojik ve kurumsal evrimini birlikte ele alarak merkez (Dersaadet) → taşra yöneliminde bütüncül bir perspektif sunmaktadır.
Osmanlı taşrasında meslekî örgütlenmenin kurumsal biçime kavuşması, Mehâkim-i Nizâmiye Dava Vekilleri Hakkında Nizamnâme'nin sağladığı hukuki çerçeveye dayanarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde, İstanbul'da tesis edilen Dava Vekilleri Cemiyeti, yani Osmanlı hukuk tarihinde bilinen ilk resmî meslek örgütü, sonraki taşra teşkilatlanmalarına örnek teşkil etmiştir.
İlgili Nizamnâme doğrultusunda, 5 Nisan 1878 tarihinde kurulan İstanbul (Dersaadet) Dava Vekilleri Cemiyeti, meslek örgütlenmesi bakımından bir milat kabul edilmiştir. Nitekim 5 Nisan 1878 tarihi, savunma mesleğinin kurumsal temsili anlamında Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan geleneğin başlangıç noktasıdır. 1958 yılında İzmir’de toplanan Türk Avukatlar Birliği, 5 Nisan gününü “Avukatlar Günü” olarak kabul etmiştir. Böylelikle 1878 tarihli bu ilk örgütlenme hareketi, modern meslek geleneğinin de sembolik temeli hâline gelmiştir.[11]
Taşrada kurulan ilk meslekî örgüt, İstanbul’daki cemiyetin kuruluşundan yaklaşık otuz yıl sonra, 1908 yılında İzmir’de teşekkül etmiştir.[12] Bu oluşumun adı, dönemin resmî belgelerinde "İzmir Dava Vekilleri Cemiyeti" olarak geçmektedir. İzmir'i, 1909 yılında Hüdâvendigâr (Bursa) Dava Vekilleri Cemiyeti,[13] ardından 1912 yılında Konya Dava Vekilleri Cemiyeti izlemiştir.[14]
Konya'daki yapılanmaya ilişkin kapsamlı incelemesinde Mehmet Ali Uz, 1912 tarihli kuruluşun Mehâkim-i Nizâmiye Nizamnâmesi hükümlerine dayandığını, bu cemiyetlerin 1924 tarihli Muhâmat Kanunu ile resmî olarak "baro" statüsüne dönüştürüldüğünü belirtmektedir.
Bu kronoloji, 1875 Nizâmnâmesi ile oluşturulan normatif altyapının taşrada gecikmeli ancak istikrarlı bir biçimde karşılık bulduğunu; dava vekilleri cemiyetlerinin ise Cumhuriyet döneminde baro kurumunun doğrudan öncülleri olarak işlev gördüğünü ortaya koymaktadır.
Aynı dönem zarfında, diğer vilayetlerde de benzer gelişmeler yaşanmıştır. Halep Dava Vekilleri Cemiyeti, 1913 yılının ilk aylarında "Osmanlı Dava Vekilleri" adıyla, Bağdat Barosu ise "Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi" adıyla 9 Mayıs 1913'te teşekkül etmiştir.[15] Bugün Türkiye sınırları dışında kalan Halep Barosu ve Bağdat Barosu Osmanlı döneminde kurulmuş barolardır. Kayseri Barosu, "Kayseri Dava Vekilleri Cemiyeti" adıyla 1919 yılında kurulmuştur.[16]
Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti’nin kuruluş ilanında, İstanbul ve İzmir’le birlikte Selanik’in de emsal gösterilmesi, 1912 yılında Osmanlı sınırları içerisinde yer alan Selanik’te de bir dava vekilleri cemiyeti bulunduğunu göstermektedir.
Bu örnekler, taşra ölçeğinde meslekî örgütlenmenin, II. Meşrutiyet’in toplumsal ve hukuki dinamikleriyle uyumlu biçimde kurumsallaştığını göstermektedir.
Bu çerçevede, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e baro kurumunun gelişimini kronolojik olarak gösteren tablo aşağıdadır:
| İl | Dava Vekilleri Cemiyeti | Baro Statüsü | Resmî Kabul Edilen Tarih | Not |
|---|---|---|---|---|
| İstanbul | 1878 | Cumhuriyet öncesi | 1878 | İlk Osmanlı Barosu |
| İzmir | 1908 | 1924 sonrası | 1908 | İzmir Barosu 1999'da kuruluş tarihini revize etti |
| Bursa | 1909 | 1924 sonrası | 1909 | Hüdâvendigâr Vilayeti |
| Trabzon | 1912 | 1924 sonrası | 1923 | Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti adıyla kuruldu |
| Konya | 1912 | 1924 sonrası | 1912 | Meşrutiyet dönemi mesleki cemiyeti |
| Selanik | 1912 | - | - | |
| Halep | 1913 | - | 1913 | Osmanlı Dava Vekilleri adıyla kuruldu |
| Bağdat | 1913 | - | 1913 | Dava Vekilleri Cemiyet-i Daimesi adıyla kuruldu |
| Kayseri | 1919 | 1924 sonrası | 1919 | Kayseri Dava Vekilleri Cemiyeti adıyla kuruldu |
Tablo 1.Osmanlı taşrasında kurulmuş dava vekilleri cemiyetlerinin Cumhuriyet sonrası barolara dönüşüm süreci
Dava vekilliğine ilişkin geleneksel anlayıştan kopuş ve avukatlık kurumunun Osmanlı yargı sistemi içerisine yerleşmesi süreci, 1875 Nizamnâmesi ile normatif zeminini bulmuş; II. Meşrutiyet Döneminde bu zemin, terminolojik ve kurumsal açılardan daha da derinleşmiştir. Bu dönemde çıkarılan pek çok nizamnamede dava vekilliği ile ilgili hükümler bulunmakta; mesleğin statüsü, ehliyet şartları ve disiplin rejimi giderek modernleşmektedir.[17]
20. yüzyılın başında, dava vekillerinin meslekî olarak örgütlenmesi; meslek içi sorunların çözümü, mesleğin toplumsal işlevinin yerine getirilebilmesi ve yargı sisteminde savunmanın kurumsal ağırlığının artırılması bakımından zorunlu görülmeye başlanmıştır. Böylelikle II. Meşrutiyet hem kurumlaşma hem de terminoloji bakımından mesleğin modern kimliğini pekiştiren bir ara dönüm noktası işlevi görmüştür.
Taşradaki en eski baroların, 1864 tarihli Teşkil-i Vilâyet Nizamnamesine göre oluşturulan eski vilayet merkezlerinde kurulduğu görülmektedir. Nitekim bu eski vilayetlerdeki avukat sayısının erken dönemlerde bile yoğun olduğu görülmektedir. Kitapçı Arakel Efendi tarafından derlenen ve Osmanlı coğrafyasında faaliyet gösteren avukatların listelendiği yayına göre 1885-1892 arasındaki dönemde taşradaki vilayetlerinde bulunan avukat sayısı 344’tür. Bu avukatların çoğunluğunun adresi vilayet merkezleri olmakla beraber kaza merkezi ve kasabalarda da avukatlar bulunmaktadır. 1885-1892 dönemi avukatlarının vilayetlere göre dağılımı şöyledir: Aydın 59, Hüdâvendigâr 45, Edirne 30, Selanik 24, Trabzon 19, Halep 18, Konya 18, Adana 16, Ankara 16, Cezâyiri Bahr-i Sefid 13, Sivas 10.[18]
Trabzon'un tarihi ile ilgili önemli bir kaynak da ilki 1869, sonuncusu da 1904 yılında yayımlanan Trabzon Vilayet Salnameleridir. Kudret Emiroğlu'nun salnameler üzerinde yaptığı çalışmaya göre Trabzon'da bulunan şehadetnameli dava vekilleri şunlardır:[19]
Son salnamenin 1904 yılında yayımlanmış olması, Trabzon’da bu tarihten önce de ruhsatlı dava vekillerinin faaliyette bulunduğunu göstermektedir.
Trabzon Vilayet Salnâmelerinde yer alan kayıtları tamamlayan önemli bir birincil kaynak da ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun dedesi olan Dava Vekili Eyübzâde Mehmed Hamdi Efendi’nin (1851–1936) 1930 yılında kaleme aldığı Safahat-ı Hayatım adlı hatıratıdır. Söz konusu hatırat, dönemin Trabzon hukuk çevresine dair doğrudan gözlem ve tanıklıklar içermesi bakımından özel bir değer taşımaktadır.
Eyübzâde Mehmed Hamdi Efendi, hatıratında Trabzon’da birlikte meslek icra ettiği veya faaliyetlerini yakından bildiği bazı dava vekillerinin isimlerini şu şekilde zikretmektedir: İrfanidi Nikola, Beşirzâde Mithat Efendi, Sokrat Efendi, Mikdat Efendi ve Ahmed Said. Bu ifadeler, salnâmelerde kayıtlı dava vekilleriyle büyük ölçüde örtüşmekte, böylece dönemin hukukî kadrosuna ilişkin bilgilerimizi doğrulamakta ve derinleştirmektedir. Hatıratta ayrıca Eyübzâde Mehmed Hamdi Efendi’nin bir dönem Dava Vekili Sokrati Efendi ile birlikte çalıştığı belirtilmektedir.[20]
Trabzon’un hukukî hayatına dair önemli verilerden biri, dönemin önde gelen yerel yayın organı olan Trabzon’da Meşveret gazetesinde yer alan reklam ve ilanlardır. Bu ilanlar, şehirde dava vekilliği mesleğinin kurumsallaşma sürecine dair somut ipuçları sunmaktadır. Prof. Dr. Melek Öksüz tarafından hazırlanan Trabzon’da Meşveret Gazetesi’ndeki Reklamlar Üzerinden Trabzon’un Sosyal, Ekonomik ve Kültürel Analizi başlıklı çalışmada da bu ilanlara geniş biçimde yer verilmiştir.[21]
Bir hukuk bürosu ilanında "Mekteb-i Hukuk-ı Osmaniye'den Mezun" başlığı kullanılmıştır. Birinci Sınıf Dava Vekili İlyakoşi'nin Trabzon'da Pareşkeva Hanı'nda 1 numaralı odada hizmet verdiği şu cümleler ile ifade edilmekteydi: "Burada ve mahal-i sairede rü'yet olunacak her nev' deavi ve mesalihi deruhte eyler". [22]
Benzer ilanlardan ruhsatnameli Dava Vekilleri EyüB-zade Hamdi ve Mumcuoğlu Sokrati'nin de bu alanda hizmet verdiği anlaşılmaktadır. Verilen ilanda "Dava Vekilleri Şirketi" adıyla Trabzon'da Semerciler başındaki köşede bulunan binanın üst katında çalışma ofislerinin olduğu anlaşılmaktadır. Burada "Trabzon ve mahal-i sairede rü'yet olunacak her nev' deavi ve mesalihi deruhte eyleyecekleri" belirtilmektedir. [23]
II. Meşrutiyet'in ilanından sonraki süreçte, diğer bütün mesleklerde olduğu gibi hukuk eğitimi alanındaki gelişmeler Trabzon’a da yansımıştır. 1910'lu yıllara gelindiğinde Trabzon'daki dava vekili sayısında da artış meydana gelmiş, dava vekilliği ruhsatı alan avukatlar gazeteler aracılığıyla duyurularını yapmaya başlamışlardır. Bu sürece 1911 yılı sonları veya 1912 yılı başlarında Eyüpzade Ömer Fevzi Bey de Trabzon'da bir büro açarak eklenmiştir. Ömer Fevzi Efendi, daha sonra 1912'de kurulan Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti'nin idare heyetinde kâtip üye olarak yer alacaktır.[24]
Trabzon’daki dava vekillerinin isimleri, dönemin çeşitli yardım kampanyalarına bağışta bulunanların listelerinde de karşımıza çıkmaktadır. Nitekim 11 Şubat 1911 tarihinde Donanma Cemiyeti’ne maddi destekte bulunan Dava Vekili Dikran Mercanyan Efendi ile Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne (bugünkü Kızılay) yardımda bulunan Dava Vekili Garigoraki Efendi, bu örnekler arasında yer almaktadır.
Bu yıllarda dava vekili sayısındaki artışa paralel olarak, bugünkü hukuk bürolarına benzer şekilde birleşme ve şirketleşme girişimlerinin de ortaya çıktığı görülmektedir. Veysel Usta’nın aktardığına göre, 15 Şubat 1912 tarihli Tarık gazetesinde yayımlanan bir ilanda şu ifadeler yer almıştır: “Trabzon’da Semerciler Caddesi’ndeki mülkün fevkanisi olmak üzere ruhsatnameli dava vekilleri Mumcuoğlu Sokrati ve Eyübzade Hamdi Efendiler unvanı tahtında teşekkül eden şirket, burada ve mahal-i sairede rü’yet olunacak her nevi daâvî ve mesalihi deruhte eyler.” Bu ilandan, biri Türk diğeri Rum olmak üzere iki dava vekilinin birlikte bir “dava vekilleri şirketi” kurdukları anlaşılmaktadır. Bu örnek, dönemin Trabzon’unda meslektaş dayanışmasının yanı sıra, farklı etnik ve dini kökenden hukukçuların ortak mesleki zeminde bir araya gelebildiklerini göstermesi bakımından da dikkat çekicidir.
Bu veriler, Trabzon’un mesleki örgütlenme için gerekli altyapıya erken tarihte sahip olduğunu göstermektedir. Arakel Efendi’nin istatistikleri, Trabzon Vilayet Salnamelerindeki kayıtlar ve yerel basında yer alan hukuk bürosu ilanları birlikte değerlendirildiğinde; Trabzon’da 1912 yılına gelindiğinde bir dava vekilleri cemiyetinin kurulmasını mümkün kılacak mesleki birikimin oluştuğu anlaşılmaktadır.
Trabzon, tarih boyunca Doğu ile Batı arasında bir ticaret ve kültür geçidi olmuştur. Şehir, sırasıyla Pers, Roma ve Bizans egemenliğinde kalmış; 1204’te kurulan Trabzon İmparatorluğu’nun başkenti olmuş, 1461’de Fatih Sultan Mehmed’in fethiyle Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı döneminde Trabzon, Avrupa–Kafkasya–İran hattının liman kapısı olarak hem stratejik hem de ekonomik bir merkez hâline gelmiştir.
1908–1912 yılları arasındaki II. Meşrutiyet döneminde Trabzon, yalnızca bir liman şehri değil; aynı zamanda eğitim, basın, dernekleşme ve kamusal katılım açısından canlı bir taşra entelektüel merkezi hâline gelmiştir. Şehirde İttihat Kulübü, Hilal-i Ahmer, Donanma Cemiyeti, Terakki-i Maarif ve Himaye-i Etfal gibi birçok cemiyet kurulmuştur.[25]
Bu sosyo-kültürel dinamizm içinde hukukçuların örgütlü bir yapıya yönelmesi kaçılmazdı. Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti, bu bilinçli dönüşümün bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Selim Ahmetoğlu’nun belirttiği üzere, dönemin Trabzon’u “kamu hayatına katılma ve modernleşme idealine duyarlılığıyla” dikkat çekmiştir.[26]
Dolayısıyla Trabzon’un İstanbul’dan sonra taşrada Dava Vekilleri Cemiyeti kuran ilk şehirlerden biri olması, kent halkının siyasi farkındalığı, örgütlenme kültürü ve hukuki değerlere bağlılığı ile doğrudan ilişkilidir. Bu adım hem mesleki dayanışmanın hem de meşrutiyetle gelen özgürlük atmosferine verilen bilinçli bir toplumsal yanıtın ifadesidir.
Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti’nin kuruluşuna dair resmî belgeler oldukça sınırlı olmakla birlikte, II. Meşrutiyet döneminde Trabzon ve çevre illerde yayımlanan yerel gazeteler, kentteki meslekî ve toplumsal örgütlenme hareketlerini izleyebilmek açısından önemli birer başvuru kaynağı niteliğindedir.
Cemiyetin kuruluş sürecine ilişkin kayıtların kısıtlılığı, sağlıklı ve ayrıntılı bir değerlendirme için kapsamlı bir arşiv araştırmasını zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte, Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti’nin kuruluşu, dönemin yerel basınında üç farklı yayın organında yer bulmuştur. İlk olarak Giresun’da yayımlanan Karadeniz gazetesinde haber olarak duyurulan kuruluş, daha sonra Trabzon’da yayımlanan Trabzon’da Meşveret gazetesi ile Envar-ı Vicdan dergisinde ilan şeklinde yer almıştır.
Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti’nin kuruluşu, önce Giresun’da yayımlanan Karadeniz gazetesinin 27 Nisan 1328 (10 Mayıs 1912) tarihli nüshasında haber olarak duyurulmuştur.[27]
Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti’ne ilişkin ilk ilan, haftada iki kez yayımlanan Trabzon’da Meşveret gazetesinin 11 Mayıs 1912 tarihli nüshasında yayımlanmıştır.[28] İlan, Cemiyet’in kuruluşunu, idare heyetini ve faaliyet amacını açık biçimde ortaya koymaktadır. Söz konusu nüsha, günümüzde İstanbul Basın Müzesi Arşivi koleksiyonunda yer almaktadır.
Aynı kuruluş ilanı, dönemin bir diğer önemli yerel yayın organı olan haftalık edebî, siyasî ve içtimaî risale Envar-ı Vicdan’ın 1 Mayıs 1328 (14 Mayıs 1912) tarihli, 129. sayısında “Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti’nden” başlığıyla yayımlanmıştır.[29]
Giresun'da yayımlanan Karadeniz gazetesinin, 27 Nisan 1328 (10 Mayıs 1912) tarihli nüshasındaki haberin Latin harflerine çevrilmiş şekli şu şekildedir:
Vükelâ-yı Deâvî Cemiyeti
Trabzon'da bulunan vükelâ-yı deâvînin menafi-i umumiye-i, memlekete hizmet etmek emeliyle bir cemiyet teşkil eyledikleri müstahberât-ı mevsûkamızdandır.
Haberin günümüz Türkçesine çevirisi ise şu şekildedir:
Dava Vekilleri Cemiyeti
Trabzon'da bulunan dava vekillerinin, kamu yararına ve memlekete hizmet etme amacıyla bir cemiyet kurdukları güvenilir kaynaklarımızdan öğrenilmiştir.
Trabzon'da Meşveret ve Envar-ı Vicdan'da yayımlanan ilanın latin harflerine çevrilmiş hali şu şekildedir:
Trabzon Da'va Vekilleri Cemiyetinden:
Trabzonda icrâ-yı vekâletle meşgûl olan bi'l-cümle rüfekânın vuku' bulan içtima'ları neticesinde Dersa'adet, İzmir, Selânik gibi vilâyât-ı 'Osmâniyede olduğu misüllü burada da Da'va Vekilleri Nizâmnâmesinde gösterilen salâhiyet dâ'iresinde olarak da'va vekâleti mesleğine intisâb etmiş rüfekânın ahvâl (ef'al) ve harekâtını taht-ı murâkabede bulundurmak ve nizâmnâmenin te'mîn ettiği hukûk ve mevâdd-ı sâ'ireden müstefîd olmak üzere 25 Nisan sene 328 tarihinden i'tibâren Trabzon Da'va Vekilleri Cem'iyetinin teşkilini ve hey'et-i idâreyi teşkil eden zevâtın bervech-i âtî esâmîsini i'lâna himmet buyurulması ricâ olunur.
Hey'et-i İdâreyi teşkîl eden zevât
Haberin günümüz Türkçesine çevirisi ise şu şekildedir:
Trabzon'da dava vekilliği (avukatlık) faaliyetiyle uğraşan bütün meslektaşların yaptıkları toplantı sonucunda; İstanbul, İzmir ve Selanik gibi Osmanlı vilayetlerinde olduğu gibi burada da Dava Vekilleri Nizamnamesinde gösterilen yetki dairesi çerçevesinde dava vekilliği mesleğine mensup olan meslektaşların hal ve hareketlerini denetim altında bulundurmak ve nizamnamenin teminat altına aldığı haklar ve diğer maddelerden faydalanmak üzere 25 Nisan 1328 (8 Mayıs 1912) tarihinden itibaren Trabzon Dava Vekilleri Cemiyetinin kurulduğunun ve idare heyetini oluşturan kişilerin aşağıdaki şekilde isimlerinin ilan edilmesi rica olunur.
Yönetim Kurulunu Oluşturan Kişiler
Her iki ilan metni neredeyse tamamen aynı olup, yalnızca bir kelime farkı içermektedir. Bu farkın, matbaada dizgi aşamasında ortaya çıkmış olması muhtemeldir.
Trabzonda Meşveret gazetesinde yer alan metinde ahvâl ibaresi kullanılmışken, Envar-ı Vicdan'da efʾâl şeklindedir. (Ahvâl: hâl, durum; Efʾâl: eylem, davranış)
Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi ve tarihçi Ülkü Köksal, "II. Meşrutiyet Dönemi'nde Trabzon'da Dernek ve Cemiyet Faaliyetleri" isimli incelemesinde Trabzon'da Meşveret Gazetesinde yayımlanan ilana atıfta bulunarak Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti'nin kurulduğunu belirtmektedir.[30]
Selim Ahmetoğlu, Leiden Üniversitesi'nde 2019 yılında tamamladığı ve 2022 yılında Türkçesi kitap olarak yayınlanan doktora tezinde, "Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti"ne özel bir başlık ayırarak Trabzon'da Meşveret gazetesi ve Envar-ı Vicdan dergisinde yayınlanan ilanları incelemiş; bu belgeleri, Osmanlı taşrasında hukukî modernleşmenin öncü örneklerinden biri olarak nitelendirmiştir.[31]
Benzer şekilde, Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve tarihçi Veysel Usta da çeşitli akademik çalışmalarında ve bildirilerinde, 1912 tarihli Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti'nin Trabzon Barosu'nun kurumsal öncülü olduğunu vurgulamaktadır.
Usta’nın incelemelerine göre, Trabzon’da kurulan Dava Vekilleri Cemiyeti’nin ilk başkanı olan Midhat Efendi hakkında ayrıntılı biyografik bilgilere ulaşılamamaktadır. Bununla birlikte, İstikbal gazetesinin 25 Aralık 1921 tarihli sayısında yayımlanan ölüm ilanı ve cenaze haberinde, onun iyi niyetli, yardımsever, zengin–fakir her kesimin sevgisini kazanmış bir şahsiyet olduğu belirtilmiştir. Aynı haberde kendisinden “Reis-i Şeyhü’l-Vükelâ” (Dava Vekillerinin En Büyük Başkanı) unvanıyla söz edilmiştir.
Bu kayıtlar, Midhat Efendi’nin 8 Mayıs 1912’deki kuruluş tarihinden vefat ettiği 25 Aralık 1921’e kadar Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti Başkanlığı görevini kesintisiz sürdürdüğünü ortaya koymaktadır. Midhat Efendi’nin vefatının ardından cemiyet başkanlığına kimin seçildiğine dair bir belge bulunmamaktadır.
İstikbal gazetesinde yer alan diğer haberler, cemiyetin bu yıllarda da faal olduğunu göstermektedir. Nitekim 31 Mayıs 1921 tarihli nüshada, Trabzon Dava Vekilleri Yönetim Kurulu’nun aldığı kararla dava vekilleri ücret tarifesinin belirlenerek her vekilin bürosuna asılmasına karar verildiği bildirilmektedir. Buna göre, Trabzon mahkemelerinde görülen 50 liraya kadar olan davalarda vekâlet ücreti %20 olarak belirlenmiştir.
Aynı dönemde cemiyetin, kentin sosyal ve kültürel hayatında da aktif rol üstlendiği görülmektedir. Baro İdare Heyeti; Trabzon’da Muallimler Cemiyeti tarafından düzenlenen İdman Bayramı kutlamalarında ve zaferle sonuçlanan Büyük Taarruz’un anma ve kutlama programlarında temsil edilmiştir.[32] Bu faaliyetler, cemiyetin yalnızca meslekî değil, kamusal ve toplumsal bir kimlik kazandığını göstermektedir.
Bu bilgiler, Trabzon'daki cemiyetin İstanbul, İzmir ve Selanik örnekleriyle aynı hukuki temelde, mesleki denetim ve dayanışma amacıyla kurulduğunu göstermektedir. Cemiyetin Müslüman ve gayrimüslim üyeleri, dönemin Trabzon'undaki kozmopolit toplumsal yapıyı ve hukuk mesleğinin evrensel karakterini yansıtmaktadır.
Cumhuriyet'in ilanını takiben, 3 Nisan 1924 tarihinde kabul edilen 460 sayılı Muhâmat Kanunu, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş sürecinde avukatlık mesleğinin yeniden düzenlenmesini sağlamıştır. Bu Kanun, savunma mesleğini modern hukuk devletinin temelleri ile uyumlu hale getirmeyi, mesleki faaliyeti disiplin ve denetime bağlamayı ve meslek örgütlerini hukuki statüye kavuşturmayı hedeflemiştir.
Kanunun 3. maddesi şu şekildedir:
"Bir mahalde icrâ-yı muhamât edenlerin adedi ona baliğ olduğu takdirde aralarında bir heyet teşkil etmeleri mecburi olup bu heyete Baro ıtlak olunur. Baro teşekkül eden yerlerde herhangi baroya dahil olmayanlar ifâ-yı muhamâttan ve mehâkim de onları kabulden memnûdur."[33]
Bu düzenleme ile baro kurulması ihtiyari olmaktan çıkarılmış, zorunlu hale getirilmiştir. Böylelikle, Osmanlı döneminde "Dava Vekilleri Cemiyetleri" olarak faaliyet gösteren meslek birlikleri, "Baro" adı altında yeniden teşkilatlanmaya başlamış ve Cumhuriyet'in yargı sisteminde yerini almıştır.
Muhâmat Kanunu, sadece baroların kurulmasını değil, aynı zamanda avukatlık mesleğinin icrası, disiplin denetimi, aidiyet ve etik yükümlülüklerini de düzenlemiştir. Bu çerçevede, Osmanlı döneminden gelen mesleki örgütlenme biçimleri, Cumhuriyet'in hukukî rejimi içinde süreklilik arz eden bir biçimde yeniden tanımlanmıştır.
Kanunun bu yapısı, baro kurumunun yalnızca bir meslek örgütü değil, aynı zamanda kamu hizmeti gören, yargının kurucu unsurlarından biri haline gelmesini sağlamıştır. Bu yönüyle 1924 Muhâmat Kanunu, modern Türk avukatlığının kurucu belgesi ve Osmanlı'dan Cumhuriyet'e kurumsal geçişin dönüm noktası olmuştur.
Muhâmat Kanunu’nun Geçici Maddesi, dava vekilleri cemiyetlerinden barolara geçiş süreci bakımından belirleyici bir hüküm niteliğindedir. Madde metni şu şekildedir:
Muvakkat Madde —1292 tarihli Dava Vekilleri Nizamnâmesi ahkâmına tevfikan dava vekilleri cemiyeti teşekkül etmiş olan mahallerde, işbu kanunun tarihi neşrinden itibaren iki ay zarfında Adliye Vekilinin rüesay-ı memurîn-i adliyeden nasbedeceği bir zatın riyasetinde olmak ve dördü mükemâ ve memurîn-i adliyeden, dördü ikinci maddede münderiç evsaf ve şeraiti câmi mehamîler meyanından Adliye Vekilince intihap olunacak zevattan terekküp etmek üzere içtima edecek Meclis-i Tefrik, cemiyet levhasında mukayyet dava vekillerinin evsaf ve şeraiti kanuniyeyi haiz olup olmadıklarını tetkik ve haiz olmayanların kayıtlarını levhadan terkin edecektir. Levhada ipka edilenler hemen içtima ile Meclis-i İnzibat intihabını icra eyler. Kayıtlarının terkinine karar verilenler, terkini kayıt tarihinden itibaren on beş gün zarfında Adliye Vekâletine müracaatta bulunabilirler. İtiraz üzerine Adliye Vekâletince ittihaz olunacak karar katidir.
Bu hükme göre, Dava Vekilleri Nizamnâmesi uyarınca dava vekilleri cemiyeti kurulmuş bulunan yerlerde, dava vekillerinin Muhâmat Kanunu’nda öngörülen vasıf ve şartları taşıyıp taşımadıklarını incelemek üzere bir “Tefrik Meclisi” oluşturulacaktır. Bu meclis, Adliye Vekilinin görevlendirdiği bir başkanın yönetiminde, dört adliye mensubu ile dört avukattan meydana gelecek ve inceleme sonucunda şartları taşımayanların isimlerini cemiyet levhasından silecektir.[34]
Nitekim İstanbul Dava Vekilleri Cemiyeti nezdinde oluşturulan komisyon, 960 dava vekilinden 473’ünün kaydını levhadan silmiştir. Bu uygulama, cemiyetlerin barolara dönüştürülmesi sürecinin fiilî başlangıcı olarak değerlendirilebilir.
Ayrıca, avukatlık yapmaya ehil görülen ve baro levhasında kayıtlarının devamına karar verilen dava vekilleri, derhâl toplanarak “İnzibat Meclisini (Disiplin Kurulu) oluşturacaktır. Bu hüküm, yalnızca mesleğe kabul sürecini değil, aynı zamanda baronun kurumsal işleyişinin ilk organik yapılanmasını da ortaya koymaktadır.
Kanaatimizce Kanunun geçici maddesi, dava vekilleri cemiyetlerini yok saymak yerine, onların tüzel sürekliliğini kabul eden bir dönüşüm modeli öngörmektedir. Zira hüküm, “cemiyet levhasında kayıtlı dava vekillerinden yalnızca kanunda belirtilen şartları taşımayanların silineceğini” belirterek, mevcut cemiyetlerin doğrudan baroya evrileceğini ima etmektedir. Eğer yasa cemiyetlerin tüzel varlığını reddetmiş olsaydı, bu durumda tüm dava vekillerinin yeni bir başvuru sürecine tabi tutulmasını ve baroya yeniden kayıt için başvuru şartlarının açıkça düzenlenmesini öngörürdü.
Kanunun 8. maddesi bu yorumumuzu destekler niteliktedir. Madde hükmü şu şekildedir:
“Evsaf ve şeraiti kanuniyeyi haiz ve baro teşkil edilen mahallerde icrayi muhâmât etmeğe talip olanlar evvel emirde baroya tahriren müracaat ederler…”
Bu düzenleme, yeni gelen adaylar için baroya başvuru zorunluluğunu öngörmektedir. Dolayısıyla, kanun koyucu mevcut cemiyet üyelerini bu kapsama dâhil etmemiş; onların durumunu geçici madde ile özel olarak düzenlemiştir. Böylece, baroların kuruluşu sırasında mevcut dava vekillerinin yeniden başvuru yapmaları değil, yalnızca ehliyet ve yeterlilik açısından incelenmeleri öngörülmüş; gerekli şartları taşımayanların ise “levhadan silinmesi” suretiyle bir ayıklama ve geçiş süreci benimsenmiştir.
Kanun, mevcut cemiyet üyelerini yeni bir başvuru sürecine tabi tutmamış, yalnızca uygun olmayanların ayıklanmasını öngörmüştür
Sonuç olarak, Muhâmat Kanunu’nun geçici maddesi, dava vekilleri cemiyetlerinin hukuki varlığını sıfırlamak yerine, onları baro sistemine entegre ederek kurumsal bir evrim sürecini başlatmıştır. Bu hüküm, Cumhuriyet öncesi mesleki örgütlenmeden modern baro yapısına geçişi sağlayan tarihsel ve normatif bir geçiş mekanizması olarak değerlendirilmelidir.
Trabzon Barosu’nun 1923 yılında kurulduğu yönündeki yaygın kabul, herhangi bir belgeli tarihsel kanıta dayanmamaktadır. Muhâmat Kanunu henüz yasalaşmadığına göre bu varsayım şüpheli bir yaklaşımdır.
Cumhuriyet sonrasında Trabzon Barosu’nun yeniden yapılanması, doğrudan doğruya 3 Nisan 1924 tarihli ve 460 sayılı Muhâmat Kanunu’nun emredici hükümleriyle bağlantılıdır. Bu Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte, Türkiye genelinde avukat sayısı yeterli olan illerde baroların teşkili süreci hız kazanmıştır. On yedi maddeden oluşan yasa uyarınca, ondan fazla avukatın bulunduğu illerde baro kurulması zorunlu tutulmuş; baroya kayıtlı olmayanların avukatlık mesleğini icra edemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır.
Trabzon, Osmanlı döneminden beri güçlü bir hukukî geleneğe sahip olması, ruhsatlı dava vekillerinin varlığı ve 1912 yılında kurulan Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti mirası sayesinde, bu sürece hazır bir altyapıyla girmiştir. Nitekim 1924–1926 yılları arasında, Trabzon'daki avukatların sayısının kanunda belirtilen asgari sınırı aşmasıyla birlikte, Trabzon Barosu'nun resmî teşekkül süreci başlamıştır.
Bu döneme ilişkin doğrudan tarihli bir kuruluş belgesi bugüne ulaşmamış olsa da mevcut literatürde yer alan incelemeler bu sürecin yönünü doğrulamaktadır.
Trabzon Barosu’nun tarihçesine ilişkin tespit edilebilen ilk yazılı değerlendirme, Av. Mahmut Kurtuldu tarafından kaleme alınan ve 1987 yılında Trabzon Barosu Dergisinde yayımlanan “Trabzon Barosu Tarihçesi” başlıklı makaledir.[35] Kurtuldu, bu çalışmasında Trabzon Barosu’nun 1924 yılında kurulduğunu belirtmekteyse de söz konusu tarihlendirme herhangi bir birincil belgeye değil, mevcut verilerin yorumuna dayanmaktadır.
1924 tarihli Muhâmat Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin ardından Trabzon’da bir baro kurulması yönünde somut girişimler başlatılmıştır. İstikbal gazetesinin 16 Ekim 1924 tarihli haberinde belirtildiğine göre, Cinayet Müdde-i Umumîsi Hafız Galip Bey başkanlığında yapılan ilk toplantıda Kanun’un uygulanabilirliği tartışılmış; nihayetinde genel kurul yapılması yönünde görüş birliği sağlanmıştır. 1925 yılı temmuz ayında Cinayet Müdde-i Umumîliğinin gazeteye verdiği bir ilanla Trabzon’da muhami sayısının 10’a ulaşmış olması dolayısıyla bir baro oluşturulacağı, ruhsatnameye sahip muhamilerin 1 Ağustos 1925 tarihinde Cinayet Müdde-i Umumîliği dairesine gelmeleri duyurulmuştur.[36]
Bu gelişmeyi takiben 3 Eylül 1925 tarihinde yapılan seçim sonucunda Trabzon Barosu’nun ilk yönetim kurulu şu şekilde belirlenmiştir:[37]
Başkan : Salih Zeki Bey (Salih Zeki Tuğtekin)
İkinci Başkan: Feyzi Bey (Feyzi Uysal)
Üye : Kadri Mesut Bey (Kadri Mesut Evren)
Üye : Mustafa Haydar Bey
Üye : Hatipzade Kemal Bey (Kemal Hatip)
Yeniyol Gazetesinde yayımlanan haber şu şekildedir:
BARO TEŞEKKÜL ETTİ
Baro yönetim kurulu seçimi için 3 Eylül 1925 Perşembe günü öğleden sonra saat ikide toplanan Trabzon avukatları arasında yapılan seçim sonucunda;
birinci başkan olarak Avukat Salih Zeki, ikinci başkan olarak Avukat Feyzi; yönetim kurulu üyeliklerine ise Avukat Kadri Mesut, Mustafa Haydar ve Hatipzade Kemal Beyler seçilmişlerdir.[38]
Bu araştırmalara göre, Trabzon Barosu’nun Cumhuriyet sonrası ilk başkanı, yaygın kanaatin aksine, Av. Salih Zeki Tuğtekin’dir.
Trabzon Barosu'nun Cumhuriyet dönemi yapılanması açısından 1924–1926 aralığı, kuruluş sürecinin başlatıldığı ve tamamlandığı zaman dilimi olarak kabul edilmelidir. Bu tarih aralığı hem yerel basındaki haberler hem de 1926 tarihli Dahilî Nizamnamenin varlığıyla hukuken desteklenmektedir.
460 sayılı Muhâmat Kanunu’nun 14. maddesi günümüz Türkçesiyle şu şekildedir:
Madde 14 — Bu Kanunda belirtilen esaslar çerçevesinde, Genel Kurulun (Heyet-i Umumiye) ve Disiplin Kurulunun (Meclis-i İnzibat) idarî görev ve yetkilerini düzenlemek amacıyla, baro genel kurulu, kuruluş tarihinden itibaren bir ay içinde bir iç yönetmelik (nizamnâme-i dâhilî) hazırlayarak Adliye Vekâleti’nin (Adalet Bakanlığı’nın) onayına sunar.
Bu hüküm ile teşekkül eden baroların kuruluş tarihlerini takiben bir ay içerisinde kendi iç tüzüklerini hazırlayarak Adalet Bakanlığının onayına sunmaları zorunlu kılınmıştır.
Trabzon Barosu da bu hüküm doğrultusunda kendi Dâhilî Nizamnâmesini (İç Tüzüğünü) hazırlamış ve onay için Adliye Vekâleti’ne göndermiştir. Her ne kadar bu tüzüğün hazırlanma ve bakanlığa gönderilme sürecine ilişkin elimizde kesin bir belge bulunmasa da 1926 onay tarihli Trabzon Barosu Dâhilî Nizamnâmesi, söz konusu sürecin bu hükme uygun biçimde yürütüldüğünü açıkça göstermektedir.
Trabzon Barosu tarafından 2024 yılında Adalet Bakanlığı’na yazılan yazı üzerine Bakanlıkça İstanbul Bilim ve Sanat Vakfı arşivinden temin edilerek baroya gönderilen bu belge, Trabzon Barosu’nun 1926 yılı itibarıyla Cumhuriyet dönemi'nde kurumsal olarak faaliyete geçtiğini doğrulamaktadır. Aynı belge, Veysel Usta arşivinde de bulunmaktadır.
Söz konusu Dâhilî Nizamnamenin sonunda yer alan onay kaydı şu şekildedir:
“İşbu nizamnâme-i dâhilînin kabul ve tasdiki, Adliye Vekâlet-i Celîlesi’nin 31 Ağustos 926 tarih ve 260/5915 numaralı işarına atfen, Trabzon Müddeiumumiliği’nin 12 Eylül 926 tarih ve 148 numaralı müzekkeresiyle Trabzon Barosu riyasetine bildirilmiştir.”
Dahilî Nizamname, baronun organlarını, görev dağılımını, üyelik koşullarını ve disiplin işleyişini düzenleyen maddelerden oluşmaktadır. Bu yönüyle hem 1924 Muhâmat Kanunu'na dayanmakta hem de Trabzon Barosu'nun Cumhuriyet dönemi kimliğini kurumsal ve hukuki temele oturtmaktadır.
Dolayısıyla 1926 tarihli Dahilî Nizamname, Trabzon Barosu'nun Cumhuriyet sonrası kurumsal sürekliliğini belgeleyen, bilinen en erken tarihli resmî kayıt olarak kabul edilmelidir.
Trabzon Barosu arşivinde hâlen mevcut olan en eski sicil defteri, 17 Ağustos 1939 tarihinde tutulmaya başlanmıştır. Bu tarihten öncesine ait bir sicil defterinin bulunup bulunmadığı ise araştırmaya muhtaçtır.
Defterin ilk sayfasında şu ibare yer almaktadır:
"İşbu sicil defteri 136 sahifeden ibaret olduğu tasdik olunur. 17 Ağustos 1939"
Bu sicil defteri, 1939 yılı itibarıyla Trabzon’da mesleğini icra eden avukatların kayıt altına alındığı resmî defterdir. Ancak defterdeki isimler, sicil numarasına göre değil, karışık bir sıra hâlinde yazılmıştır. Muhtemelen 27 Haziran 1938 tarihli ve 3499 sayılı Avukatlık Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte, barolarda sicil defterleri yeniden (veya ilk kez) oluşturulmuş; bu kapsamda Trabzon Barosu da baroya müracaat sırasına göre avukatları deftere kaydetmiştir.
Defterdeki 1 sicil numaralı üye Av. Salih Zeki Tuğtekin’dir. Trabzon Barosu arşivinde 1–137 sicil numaraları arasındaki avukatlara ait bireysel sicil dosyaları bulunmamaktadır. Bu dosyaların akıbeti ve muhtemel saklama yerlerine ilişkin inceleme ve araştırmalarımız halen devam etmektedir.
1939 yılı itibarıyla Adalet Bakanlığı kayıtlarına göre (Rize ve Çoruh illerini de kapsayacak şekilde) Trabzon Barosu’na kayıtlı avukat sayısı 27’dir.[39] 1954 yılı Baro levhası incelendiğinde ise bu sayının 43’e yükseldiği görülmektedir.[40]
Arşiv belgeleri ve tarihsel veriler bir arada değerlendirildiğinde, Trabzon Barosu'nun kurumsal kimliği açısından kesintisiz bir süreklilik zinciri ortaya çıkmaktadır.
1912 yılında kurulan Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti, 1876 tarihli Mehâkim-i Nizâmiye Dava Vekilleri Hakkında Nizamnamenin hukuki çerçevesi içinde teşekkül etmiştir. 1924 Muhâmat Kanunu ile "baro" adını alan bu yapı, 1926 yılında Adliye Vekâleti tarafından onaylanan Dahilî Nizamname ile Cumhuriyet hukuk düzeni içindeki yerini almıştır. Bu süreç, yeni bir kuruluştan ziyade, mevcut kurumsal yapının yasal statüsünün güçlendirilmesi anlamına gelmektedir.
İzmir Barosu'nun 1999 yılında aldığı karar, kurumsal belleğin bilimsel veriler ışığında yeniden yapılandırılmasının mümkün olduğunu göstermiştir. Trabzon Barosu'nun da 8 Mayıs 1912 tarihini kurumsal köken olarak benimsemesi, Osmanlı hukuk modernleşmesinin taşra öncüleri arasında hak ettiği yeri almasını sağlayacaktır.
Yukarıda sunulan belgeler, arşiv kayıtları ve dönem basını ışığında yapılan değerlendirmeler; Trabzon Barosu’nun kökeninin 1912 tarihli Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti’ne dayandığını açık biçimde ortaya koymaktadır.
Arakel Efendi'nin istatistikleri, Trabzon Vilayet Salnameleri ve Karadeniz, Trabzon’da Meşveret ile Envar-ı Vicdan dergisinde yer alan haber ve ilanlar birlikte değerlendirildiğinde, 1912 yılına gelindiğinde Trabzon'da savunma mesleğinin kurumsal düzeyde örgütlendiği kesin biçimde anlaşılmaktadır.
Trabzon Dava Vekilleri Cemiyetinin kuruluşu 1875 tarihli Mehâkim-i Nizâmiye Dava Vekilleri Hakkında Nizamnâme hükümlerine dayanmaktadır. Bu Nizamname'nin öngördüğü meslekî cemiyet modeli, Cumhuriyet döneminde 1924 tarihli Muhâmat Kanunu ile yasal statüye kavuşmuş; taşradaki bu erken örgütlenmeler, "baro" adı altında yeniden teşkilatlanmıştır.
Dolayısıyla Trabzon Dava Vekilleri Cemiyeti’nin 1912 yılındaki kuruluşu, Trabzon Barosu’nun tarihsel kimliğinin gerçek başlangıç noktası olarak değerlendirilmelidir. 1926 tarihli Dâhilî Nizamnâme’nin varlığı ise, Cumhuriyet dönemindeki baro yapılanmasının bu tarihsel mirasın doğrudan devamı niteliğinde olduğunu teyit etmektedir. Benzer bir örnek olarak, İzmir Barosu’nun 1999 yılında aldığı Yönetim Kurulu kararıyla kuruluş tarihini 1908’e çekmesi; kurumsal belleğin tarihsel doğrulukla uyumlu biçimde yeniden inşa edilmesinin mümkün ve meşru bir uygulama olduğunu açıkça göstermektedir.
Bu çerçevede Trabzon Barosu’nun kuruluş tarihinin 8 Mayıs 1912 olarak kabul edilmesi hem bilimsel dürüstlük hem de kurumsal kimlik bilinci bakımından kaçınılmaz bir gerekliliktir. Osmanlı taşrasındaki meslekî örgütlenmeler 1875 Nizamnâmesi ile ortaya çıkmış, Cumhuriyet döneminde süreklilik kazanmıştır. Aynı mantık silsilesi içinde Trabzon Barosu’nun da 1912 tarihli teşekkülünün bu kurumsal gelişim zincirinin ayrılmaz bir halkası olduğu açıktır. Nitekim Türkiye’de baroların tarihlerini inceleyen mevcut çalışmalarda Trabzon’un adının yer almaması, bu tarihsel boşluğun bilimsel yöntemlerle tamamlanması gerekliliğini daha da görünür kılmaktadır.
Trabzon Barosu’nun kuruluş tarihinin 8 Mayıs 1912 olarak revize edilmesi:
Sonuç olarak, Trabzon Barosu'nun kuruluş tarihinin 8 Mayıs 1912 olarak kabul edilmesi, tarihsel gerçekliğe ve kurumsal süreklilik ilkesine en uygun yaklaşım olacaktır.
Ülkü Köksal ve İstanbul Basın Müzesinden temin edilmiştir.

[İlan metninin Selim Ahmetoğlu tarafından yapılan Osmanlıca transkripsiyonu ve günümüz Türkçesi çevirisi yukarıda verilmiştir]
Dr. Selim Ahmetoğlu arşivinden temin edilmiştir.

[İlan metninin Selim Ahmetoğlu tarafından yapılan Osmanlıca transkripsiyonu ve günümüz Türkçesi çevirisi yukarıda verilmiştir]
Veysel USTA arşivinden temin edilmiştir.

[İlan metninin Veysel Usta tarafından yapılan Osmanlıca transkripsiyonu ve günümüz Türkçesi çevirisi yukarıda verilmiştir]
Veysel USTA arşivinden temin edilmiştir.
